Erinç Yeldan

AKP’nin Ekonomi Programının Özü

12 Şubat 2014 Çarşamba

Geçen haftaki yazımızda Türkiye’nin1990’lardan bu yana uluslararası işbölümüne “yüksek faiz” sunan bir ekonomi olarak katılmakta olduğunu vurgulamış ve ekonomi gündeminde “faiz lobisi” diye anılan kesimin aslında AKP’nin harfiyen uygulamakta olduğu neoliberal iktisat programının bizzat kendisi olduğunun altını çizmiş idik.
Uluslararası ekonomide yüksek faiz sunan Türkiye, yükselen piyasa ekonomileri içerisinde öncelik kapma yarışı içerisindedir. Bu yarışın biricik hedefi ise ulusal ekonomiye olabildiğince fazla ve ucuz döviz girdisi sağlamaktır. “Her ne pahasına ucuz döviz” politikası AKP’nin 2000’li yıllarda izlemekte olduğu ekonomi anlayışının ve kamuoyuna sunmakta olduğu sanal “ekonomik mucize” öyküsünün candamarını oluşturmaktaydı. Reel anlamda aslında diğer yükselen piyasa ekonomilerine görece daha kötü performans sergilemiş bulunan Türkiye ekonomisi, ucuz döviz kurları sayesinde dolar bazında olduğundan daha hızlı büyüyormuş izlenimi yaratmaktaydı. Bir yandan da döviz bolluğunun olanaklı kıldığı ithal tüketim mönüsü, yıllarca bastırılmış Anadolu insanının birdenbire tüketim çılgınlığına kapılmasına da neden oluyordu. Kredi kartları, tüketici kredileri ve benzeri dürtülerle “cesaretlendirilen” hane halkları baş döndürücü bir tempoyla borçlandırılarak ucuz dövizin sunduğu sanal mutluluk aleminde AKP’nin neoliberal politikalarının esiri haline dönüştürülmekteydi.
Dani Rodrik Hoca’nın ifadesiyle “yabancı sermayeye hoş geldin partisi düzenlemeye” indirgenmiş olan ekonomi programının uygulanmasında yüksek faiz politikası, küresel ekonomide dolaşan sıcak para akımlarını Türkiye’ye yönlendirme aracı olarak kurgulandı. Hoş geldin partisinin bir diğer unsuru ise özelleştirme adı altında kamu varlıklarının ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerinin talanına açılmasıydı. Şirket el değişmeleri ödemeler dengesi istatistiklerinde “doğrudan yabancı sermaye yatırımı” diye tanımlandığı için, söz konusu yağma operasyonu sanki yabancı yatırımların artırıldığı izlenimiyle yoğun bir propaganda malzemesi olarak da kullanılmaktaydı.

***

Türkiye 2003’ten bu yana on sene içerisinde dış borçlarını 129 milyar dolardan 372 milyar dolara çıkarmıştır. Yani on senede dış borçlarımız net 243 milyar dolar artış göstermiştir. Dış borçlanmaya dayalı ve çoğunlukla “spekülatif” unsurlardan oluşan döviz girişleri sayesinde döviz kurları ucuzlamış ve Türkiye ekonomisinde sanal büyüme öyküsünün vazgeçilmezi haline dönüştürülmüştür. Aşağıdaki grafikte 2003 başından itibaren Türk Lirası’nın ABD Doları karşısındaki güncel piyasa değeri ile enflasyondan arındırılmış (satın alma gücü fiyat paritesine dayalı) reel değeri aylık bazda sergileniyor. Veriler, Türkiye için TÜİK, Amerika için Bureau of Labor Statistics’te yayımlanan tüketici fiyat endekslerine dayalı kendi hesaplamalarımız.
Türk Lirası, ABD Doları karşısında son 12 ayda reel olarak yüzde 20 değer yitirmiş gözüküyor. Ancak, 2013 ortalamasıyla karşılaştırıldığında, 2014 Ocak ayı itibarıyla doların reel olarak hâlâ yaklaşık yüzde 18 daha ucuz olduğunu görebiliyoruz. Şekilde sunulan veri patikasını dört alt döneme ayırmak olanaklı. 2003 başından 2006 ortasına kadarki dönemde dolar salınımlar halinde ama ucuzlama eğilimi içerisinde. Bu döneme “2001 krizi sonrasında piyasaların yönünü bulmaya çalıştığı dönem” diyelim. 2006 Haziranı’na Türkiye’den sermaye çıkışı tehdidi var ve TL aşınıyor (“devalüasyona uğruyor”). Merkez Bankası bu tehdide faiz oranını yüzde 4 artırarak karşılık veriyor ve piyasalara dövizi ucuz tutmak konusunda ne kadar kararlı olduğunu vurguluyor. (Bu arada TCMB’nin sadece fiyat istikrarını hedeflediği ve dövize düzey olarak hedef konmadığı özenle vurgulanıyor.) Sonuç 2008 krizine değin doların kararlı bir şekilde ucuzlaması ve belki de Cumhuriyet tarihinin en ucuz dövizinin yaratılması. Bu arada Türkiye giderek daha büyük dış açık veriyor. Ama sorun değil, zira yaygın söyleme göre “cari açık finanse edildiği sürece sorun değildir!”.
2008 krizi sonrasında doların nominal değerinde aşınma olduğunu, ancak bunun enflasyondan arındırıldığında henüz reel bir devalüasyona dönüşmemiş olduğunu izliyoruz. Kurun enflasyon farkını giderecek biçimde reel olarak aşındırılması ancak 2013 ile birlikte gerçekleşmiş.
Piyasanın ise buna tahammülü yok. Ucuz döviz ile afyonlandırılmış dış borçlu reel sektör kurdaki hareketleri tedirginlikle izliyor. Finans kesimi ise “dolar 2 TL’nin altına inmediği sürece borsanın 70 binlere ulaşamayacağı” hesabında.
Bu şartlar altında geriye sadece gene yüksek faiz politikası mı kalıyor? Neoliberal düşüngünün kısıtlamaları böyle. Peki alternatifler? Korkut Boratav Hoca’nın sözleriyle “aykırı düşünmeye hazır mısınız?”...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları